Mahmut TOPTAŞ
19 Haziran günü kayıtları başlayan ve 03 Temmuz günü dersi başlayan Diyanet İşleri Başkanlığının Kur’an dersleri başlıyor.
Bu rakamlar resmi tarafıdır.
İmamlarımız ve Kur’an-i Kerim öğreticilerimiz, 365 günün her saatinde sınırda nöbet tutan asker gibidirler.
Kur’an-i Kerim’den alınarak sınırdaki nöbetçilere İslam tarihinde “Mürabıtlar” denmiş ve kaldıkları karnizona da “Ribat” denmiş.
Her Müslüman, bildiğinin alimidir ve onu bir başkasına öğretmekle görevlidir.
Kur’an ayetleri, “Ey insanlar….! Diyerek başladığı gibi, “Ey iman edenler….! Diye de başlar.
Eğitim konusunda “Ey alimler…” diye başlamaz, çünkü herkes bildiğinin alimidir ve o bildiğini öğretmek durumundadır.
Bu duruma bir geçersek, ülke dershane olur.
Öğrenciler, aslında Kur’an okumadan önce, okutanın duruşunu, yürüyüşünü, davranışlarını okurlar.
Onun için dikkatli olunmalı.
Eğitimin yeri de yoktur.
Sevgili Peygamberimizin, hadislerini okurken görüyoruz ki, evde, sokakta, camide, bir ağacın altında, dağda, derede, kum üzerinde çizerek..…. Yani insanın olduğu her yer ve zamanda eğitim devam etmiş.
Kaydını yaptığınız çocukların yaşına bakmayınız.
Apalayarak gelen çocuktan, sürünerek gelen yaşlı ve felçli her insana eğitim veriniz.
Allah rahmet eylesin, İsmail Biçer’in kendisinden dinlemiştim:
“Kırk yaşlarında bir adam Beyazit Camii’nde bana gelerek, ‘Ben sizde hafız olmak istiyorum. Beni dinler misiniz?’ dedi.
‘Bir sayfayı kaç dakika veya saatte ezberlersin’ dediğimde ‘Her gün servis aracıyla işe gidip-gelirken okumak suretiyle on beş günde ezberlerim’ dedi.
Ben hiçbir kimseyi geri çevirmediğimden ona “Tamam” dedim ve benim nöbetçi olduğum günleri ona söyledim, 18 senede hafız oldu” demişti.
Camide iken “Hocam, eviniz yanıyor” diye bir haber gelse, mazeret ileri sürmeden evinize doğru nasıl koşarsanız, “Bana dinimi öğret” diyene de hiçbir mazeretimizin olmaması gerekir.
“Bana dinimizi öğret” diyeni görmedik ki” demeyin.
Sevgili Peygamberimize iman edenler, koşarak gelenler miydi?
Ne çileler çekti.
Kafirler, Kur’an sesini duyamamak için ashabın ağzını kapatmaya çalıştılar.
Bunda başarılı olamayınca kendi kulaklarını kapadılar.
Rabbimiz, bizim doğru olmamızı istiyor, ama doğruluğu, kafamızın attığı gibi değil, belirli gurupların veya devletlerin istek ve arzularına göre değil, Rabbimizin gösterdiği şekilde doğruluk istiyor:
“Sen ve seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emr olunduğun gibi doğru ol ve aşırı gitmeyin. Çünkü O, yaptıklarınızı görmektedir.
Zalimlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım olunmazsınız.” (Hud Süresi, Ayet 11/112, Şura Süresi, Ayet 42/15)
Okumaktan gaye dosdoğru olmaktır.
Onun için öğrencilere yalnız bilgi yüklemek eksiktir.
İlmin, insanda amel/eylem haline gelmesi gerekir.
Onun için öğrencilere, selam vermeyi, selam almayı, oturma adabı, kapıdan giriş ve çıkışlarda sağ ayak sol ayak hareketleri, yemek adabı, öğretmene ve arkadaşlarına saygı, anne ve babaya sevgi… gibi insan davranışlarının İslami olmasına her gün dikkat çekilmeli ve alışkanlık haline getirilmeli.
Sevgili Peygamberimizin arkadaşlarından Sehl es-Saıdi anlatıyor:
“Biz, kendi aramızda Kur’an okuyorduk. Birden Allah Rasülü çıkageldi ve şöyle dedi, ‘Allah’a hamdolsun, Kitap bir, aranızda seçkin insanlar, kızıl tenliler ve siyah tenliler var. Okuyun. Kur’an’ın harflerini ok gibi düzgün çıkaranlar ama o okuduğu boğazından içeri girmeyenler, okumasının karşılığını bu dünyada alanlar, ahirete bırakmayan Kur’an okuyucuları gelmeden siz okumaya devam ediniz” buyurur. (Abdullah bin Mübarek, Müsned, Hadis no 12, Taberani, Mu’cemi Kebir, Abdullah bin Ubeyde hadisi)
Okuduğumuz bizi düzeltmiyorsa o okumanın sevabının olmadığına da bir işarettir.