Şeriat, tarikat, hakikat, marifetin ma’deni sevgili peygamberimizdir.
Ma’den, Arapça bir kelimedir ve aynen Türkçeye geçmiştir.
Türkçeye geçen Arapça kelimelerin bir çoğu, Kur’an okumaya başlayan ilk Türkler zamanında geçmiştir.
Ma’den’in aslı da Kur’an-i Kerimde bütün güzelliklerin ve canımızın çektiği her şeyin olduğu ve Cennetin en üst dereceli yeri anlamına gelen Cennatü/adn/adn cennetleri diye on bir defa geçen “adn” kelimesinden türemiştir.
Süleyman Çelebi, Mevlidinde, sevgili peygamberimiz için:
“Merhaba ey kân-i irfan merhaba” derken Maden’in Farsçası olan “Kân” kelimesini kullanmış ama hala kırk yıldır Mevlit okuyanların bir kısmı manasını bilmeden okurlar.
Şeriatı da, Tarikatı da, hakikati da, marifeti de, sevgili peygamberimize öğreten Kur’an-i Kerimimizdir.
O da Rabbimiz tarafından, Cebrail aleyhisselam aracılığıyla sevgili peygamberimize indirilmiştir.
Bu tertemiz sahifeler, tertemiz ellerde ve tertemiz yerlerde okunmalı, okutulmalıdır.
“Yeryüzünün en hayırlı yerleri Mescidlerdir”
Sevgili peygamberimiz, Medine’ye’ varınca ilk işi mescit yapmaktır.
Peygamberimiz bizzat kendisi de kerpiç taşımıştır. Taş taşımıştır.
Böyle olunca Müslüman’ın gittiği yere varınca yapacağı ilk iş bir mescit yapmaktır.
Bunu günümüzde yapan var mıdır?
Evet vardır. Ben kendim Avrupa başkentlerinde, batı cephesinde kahramanca, kendi yaptığının ne anlama geldiğinin de farkında olmadan beş bin civarında Mescit/Cami yapmışlardır.
Mescidde, Kur’an okumuşlar, çocuklarına okutmuşlardır.
İşçi olarak ilk vardıklarında Cuma namazı salonu geniş evlerde başlamışlar ve sonra camiler yapmaya başlamışlar, beş bin cami böylece meydana gelivermiş.
Ahmet Beyazit merhumu dinlemiştim: “Afrika’ya gittik vardığımız köydekiler bir zamanlar Müslüman olmuş adamlar. Hıristiyanlar yiyecek yardımı getirmişler. “Hıristiyan olacaksınız yiyecekleri veririrz, yoksa vermeyiz” demişler.
Milletin karnı aç. Nasıl olunur?
Şöyle yapacaksınız demişler (Hıristiyanların yaptıkları hareketleri yapmışlar), ve yardımı oraya aktarmışlar ve öylece Hıristiyan olmuşlar. Demişler ki: “Biz on sene önce Hıristiyan olduk.”
Demiş ki; öyle yapmakla Hıristiyan olunmaz. Gönlünüzden oldunuz mu demiş. ‘yoo; olmadık!’ demişler.”
Burada durun ve kendinize sorun “Orada ben olsaydım ne yapardım?
Açsınız ve ekmek veren kişi “Hıristiyan olursan veririm” diyor. Olur musunuz?
“Olmayız” dersiniz değil mi?
Bugün ekmek yemeyin, üç gün yemeyin. Ondan sonra, karşınıza koyayım ben çeyrek ekmeği. Yağ falan yok. Çeyrek ekmek. Şöyle yap bunu vereyim size, diyeyim bakalım ne yapacaksınız.
Onun için Rabbim açlığa dikkat çekiyor. “Açlıktan onları doyuran, korkudan onları emin kılan şu Kabe’nin Rabbine ibadet etsinler”(K.Kerim,Kureş süresi ayet 106/4). Yani insan için en tehlikeli şey: Açlık ve korkudur.
Onun için “Allah açlıkla terbiye etmesin” diye dua ekmeliyiz. Açlıktan dedelerimiz, Yemen’de deri olduğu için ayakkabıyı yemişler.
Afrika’ya giden bu kardeşimiz anlatmaya devam ediyor: “Neden bir mescit yapmıyorsunuz dedik.
Mescit yapamayız paramız yok dediler. “Şöyle bir kare çizdik. Kıbleyi de tayin ettik. Kıble tarafına da bir taş diktik. “Burası mescidiniz; işte burada Cuma namazlarınızı kılın.” Dedik gittik, diyor.
Peygamber Efendimiz Medine’ye varınca ilk iş olarak mescit inşa etmiştir. Günde beş defa insanları bir araya getirmek, aynı davaya inanmış, aynı yöne yönelmiş, aynı kültürü almak isteyen insanların bir araya gelmesini temin edecek en güzel yer mescittir. Dernekler insanı ayırıma götürür.
Meselâ, bu günlerde Müslümanların birkaç tane dernekleri vardır.
Şurada siz samimi arkadaşlar!.. şunlar bir dernek, bunlar da bir dernek kursa ayrılmaya başlarsınız.
Üye kapmaya çalışırsınız.
Üniversiteden aynı odada kalan, aynı davaya gönül veren, ”Biz ayrılamayız” diyenler, sağdan sola kadar bütün partilere savruldular.
Merkezi kaybedenler, yollarını bulamazlar.
Şimdilerde Büyük Şehir adını alan bir ilimize Milli Gençlik Vakfı (MGV) başkanı beni Konferansa davet ettiğinde, ben ona “Ülkücülerin Başkanı, Nurcuların Başkanı ve sen birlikte karar alın ve beni davet ederseniz gelirim” dediğimde,
“Ben bunu başaramam” demişti.
Ben de ona “Ben sizi birleştiririm” dedim ve İstanbul’da bu üç gurubun öğrencilerine de sohbetler yaptığımdan onlara söyledim ve bir araya getirmeyi sağlamıştım.
Üç gurubun öğrencilerine sohbetten sonra Şimdiler Profesör olan değerli bir kardeşim “Bu gece de kal, bu üç gurubun Öğretim üyelerini benim evde çay-kahve içmeye davet edeyim bir de onlara konuş” demişti ve okulda etkisini gördüğünü söylemişti.
Hala her bayram namazı vaazlarımda, Namaz vaktine beş dakika kala cemaatin hepsinin bana bakmalarını sağlarım, uyuyanları uyandırırım ve hepsi birden bana hayretle bakarlarken, askerde olduğu gibi ve aynı tonda yüksek sesle, “Sağaa bak” derim, bir kısmı bakar bir kısmı bana bakmaya devam ederler. Ama ısrar eder ve hepsini baktırırım.
Sonra sola baktırırım.
Sağda ve solda gördüklerine dikkat etmelerini söylerim.
Altmış ayrı partiden, binlerce dernek ve vakıftan, “Bu asla camiye girmez zannettiklerinizden insanları camide, Bayram namazı için geldiğini görürsünüz.
Bizim Birleşme Yerimiz Camilerimizdir.