Öğrenci, hocasına soruyor, “Hocam, bizim kurtuluşumuz nasıl olacak.”
Hocası cevap eriyor, “Krallıkla idare edilseydiniz kurtulmak mümkindi.
Kralın zulmü, halkta birikir birikir sel suyu gibi dayanma sınırlarını aşar ve kralın devrilmesi mümkin olurdu.
Ama bu sistemde bol miktarda kral olduğundan, adam değiştirerek ömrünüz bitecek” demiş.
Adamlar değişiyor da uydukları kurallar değişmiyor.
Uydukları kuralları da, kendilerine düşmanlık yaptıklarına inandıkları, Yemen’den Viyana’ya kadar ülkeleri İslam’ın adaleti içinde yönetirken, bugünkü sınırlara hapseden adamlardan almışlar.
“Kuralları değiştiremezsiniz ama kralları değiştirebilirsiniz” demişler.
Bir lidere kızıp öbürüne geçmekle ömrümüz tükeniyor.
Onların hepsi de, semirgen ve sömürgenlerin kurallarına göre işletiyorlar halkı.
Ondan memnun olmazsanız berikine gelirsiniz. Berikinden memnun olmazsanız yine öbürüne gidersiniz.
Ama bunlar olmasaydı da bir tek despot çıksaydı? Bir kral çıksaydı, bir şah çıksaydı? Bütün insanlar, zulüm görenler bir yerde birleşirlerdi. O kralın zulmüne son verirlerdi.
Yani, insanları davet ederken, bütün insanları Yaratan’ın kurallarına davet yerine bazı başka yerlere davet söz konusu oluyor. O adam da, ya ölüyor ya hain oluyor veyahut da başka bir şey oluyor.
Bu sefer de başka bir ehveni şerre davet ediyorlar. Halbuki Peygamber Efendimiz (S.A.V.), davetini yaparken, “Gelin, Allah’tan başka ilah olmadığını (yani) O’nun dışında üzerimize ha-kim olacak, üzerimizde hükmü geçerli olacak birinin ol¬madığını kabul edelim. Ve ben de O’nun elçisiyim. O’nun göndermiş olduğu emir ve yasakları ve haberleri size ulaş¬tıran benim ve onların nasıl tatbik edileceği konusunda da size en güzel örnek benim” diyor.
Yaratan, yaşatan, yöneten ve donatan Allah’a kulluğa davet ediyor da kendine kulluğa davet etmiyor.
Kendisinin elçi olduğunu söylüyor.
İslâm tarihi içerisinde başarılı olan müceddid dediğimiz İmam Ömer b. Abdulaziz, Gazali, Şah Veliyullah Dehlevi, İmam-ı Rabbani gibi zatlar insanları hiçbir zaman kendilerine davet etmemişlerdir.
Meselâ Ömer b. Abdülaziz, devlet başkanlığına kayınpederi tarafından tayin edilmiş.
Kayın¬pederi öleceğine yakın, vasiyetini yazıyor. Diyor ki: “Benden sonra devlet başkanı, oğlum olmaması nedeniyle, damadım Ömer b. Abdülaziz’dir.”
Vefat edince vasiyet okunuyor ve Ömer b. Abdülaziz devlet başkanlığına geti¬ri¬liyor.
Hiç itiraz yok. Hatta halk memnun bile. Ömer demiş ki İslâmîyet’te böyle bir devlet başkanı seçimi yoktur. Ben devlet başkanınız değilim.
Ehlü’l-hal ve’l-akd/ yani da¬nışma meclisine durumu böylece arz ediyor ve diyor ki: “Kendinize bu devleti yö¬netecek bir halife seçiniz.” Onlar da düşünüyorlar, taşını¬yorlar. İlim aranıyorsa Ömer b. Abdülaziz hepimizden alim. Hilm aranıyorsa Ömer b. Abdülaziz hepsinden halim.
Me¬deni cesaret aranıyorsa Ömer b. Abdülaziz hepimizden daha iyi.
Feragat Ömer b. Abdülaziz’de hepsinden daha ilerde. Tevazu hepsinden ilerde.
Devlet başkanlığı kendisine ve¬rildiği halde bunu haksız bildiğinden dolayı reddetmiş bir insan.
Düşünü¬yorlar ve bundan daha iyisini bulamayız di¬yorlar. Kararla¬rını veriyorlar ve kararlarını Ömer b. Abdülaziz’e bildiri¬yorlar.
Diyorlar ki: “Devlet başkanımız sensin.” Ve, Ömer b. Abdülaziz, ondan sonra kabul edi¬yor. Yani vasiyet yo¬luyla, atama yoluyla, devlet başkanlığını reddediyor. Amma seçim yoluyla olan devlet başkanlığını Ömer. b. Abdülaziz kabul ediyor. Çünkü reddedişine sebep bu ma¬kam ve mevkiyi bir insanın diğer bir insana atama yoluyla vermesinin yanlış olduğu inancıdır.
Allah (C.C.), “Emirlerini onlar müşavere ile yaparlar.” (K.Kerim,42/38)
“İşlerini onlara danış” (K.Kerim,3/159) ayeti kerimelerine uyarak, Peygamber Efendimizden sonra Hz. Ebubekir’in (R.A.) se¬çimle gelmesine uyarak Allah’ın emrinin hüküm sürmesini ister ve devlet başkanının seçim ile iş başına gelmesini in¬sanlara öğretmiş olur.
Kendisine davet etmi¬yor. Mücedditler de kendisine davet etmiyorlar.
Çünkü ölüm¬lülerin kendilerine çağırmaları kadar büyük bir yanlış yoktur.
Öyle olunca ölümlü olana dayanmak ve güvenmek olmaz hani, demişler: “İnsana dayanma ölür. Ağaca dayanma kurur.”
Onun için Allah Teâlâ (C.C.) kendisine tevekkül etmemizi, kendisinden başkasına tevekkül etme¬memizi ayeti kerimesiyle, “Tevekkül edenler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler” (K.Kerim,12/69) diye bize emrediyor. Peygamber efendimiz de (S.A.V.) kendisinin de ölümlü olduğunu bildiriyordu. Rabbim de ayeti kerime¬sinde, “Muhammed de bir elçidir. Onun gibi nice elçi¬ler daha önce gelip geçmiştir. Eğer ölse veya öldürülse siz topuklarınız üzerinde gerisingeriye dönüverecek misi¬niz?” (K.Kerim,3/44) diyor.
Peygamber Efendimiz vefat edince ashaptan bazıları feryadı figan etmiş. Hatta Hz. Ömer (R.A.) bile “Öldü” diye¬nin boynunu vururum” demiş.
Hz. Ebubekir de (R.A.) çıkı¬yor ve diyor ki: “Kim Muhammed’e tapı¬yorsa, bilsin ki o ölmüştür.
Kim Allaha ibadet ediyorsa, Allah Hay’dır/Diridir ve Bakidir.” İşte Hz. Ebubekir’in (R.A.) oradaki mesajıdır, bizim insanlara vereceğimiz mesaj. “Hayy” olan diri olan ve Baki olan Allah’a (C.C.) davet edersek neticede hiç bir vakit hüsrana uğramayız.